29.06.2018

KUR’AN’I OKUMAK, ANLAMAK VE YAŞAMAK

 

2018 yılı, Kur'an-ı Kerim'in, Allah Rasulü’ne inmeye başlanmasının 1408. yılıdır. Diyanet İşleri Başkanlığımız, 2018 yılı yaz kurslarının başlangıç tarihini 25 Haziran olarak belirledi ve “Camide Çocuk Sesi Vatanımın Neşesi” sloganı ile Camilerimizde ve Kur’an Kurslarımızda Kur’an dersleri başladı. Başkanlığımız, dinimize kaynaklık eden Kur’an-ı Kerim’in insanlığa getirdiği rahmet yüklü mesajlarını başta ümidimiz, stikbalimiz olan çocuklarımız olmak üzere toplumun  bütün kesimlerine ulaştırmayı ve  paylaşmayı hedeflemiştir. Bu sebeple, başta öğrenci velilerimize, kurslarda görev alan tüm hocalarımıza ve ilgili kişilere büyük sorumluluklar düşmektedir. Sorumluluğun büyüklüğü kadar da mükafatının olduğu aşikardır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) “Sizin en hayırlınız Kur’anı öğrenen ve öğreteninizdir” (Tirmizî, Fadâilu’l-Kur’an, 15) buyuruyor.

“Kur'ân kelimesinin türediği kök konu­sunda farklı görüşler olmakla beraber  Râgıb el-İsfahânî gibi birçok âlim  kelimenin "okumak" (kı­raat, tilâvet) mânasına gelen "kara'e" fiilin­den isim olduğunu söyler.

 

“Kur'an'ın terim anlamıyla ilgili olarak ise çeşitli tanımlamalar yapılmış, bunlar bü­yük ölçüde bir araya getirilerek şöyle bir tarife ulaşılmıştır: "Kur'an, Allah tarafın­dan Cebrail vasıtasıyla mahiyeti bilinme­yen bir şekilde son peygamber Hz. Muhammed'e indirilen, mushaflarda yazılan, tevatürle nakledilen, okunmasıyla ibadet edilen, Fatiha süresiyle başlayıp Nâs süre­siyle biten, başkalarının benzerini getir­mekten âciz kaldığı Arapça mûciz bir ke­lâmdır."(T.D.V.İslam Ansiklopedisi c.26/383,Kur’an Md.)

Kur’an,  Allah tarafından, ilk muhatabı olan Hz. Muhammed (s.a.v.)’e insanlık için gönderilmiş bir hidayet, bir ışık, bir burhan ve bir rahmettir.   Muhatabı ise biz insanlardır. Bu nedenle “İnsan ve Kur’an, ikizdir." sözü söylenmiştir.

 Hz. Peygambere inmeye başladığı ilk andan itibaren muhataplarını okumaya, düşünmeye ve yaşamaya sevk eden Kur’an, hayatımıza rehber olmakta, tüm insanlığı hak ve hakikate çağırmaktadır. Kur’an-ı Kerim kendi ifadesiyle; “Tâ. Hâ. Biz, Kur'an'ı sana, güçlük çekesin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik”.(Tâhâ 1-3) “Bu (Kur'an), bütün insanlığa bir açıklamadır; takvâ sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür”.( Âl-i İmran, 138) Görüldüğü gibi Kur’an; insanlığa yük ve sıkıntı olsun diye değil, doğru yola kılavuzluk etmek, ümit vermek, huzur ve mutluluk kazandırmak üzere öğüt, uyarı ve rahmet olarak gönderilmiştir. İnsanoğlunun dünya ve ahiret mutluluğunun yegâne kaynağı Kur’an’dır. Kur’an bunun için rahmettir, şifadır ve aydınlıktır. Ancak burada şu tespiti de yapmak durumundayız; genelde dünya Müslümanları arasında ve özelde ise ülkemizde, yüce Kitabımıza karşı göstermiş olduğumuz zahiri anlamda inanç, hürmet, saygı ve ilgiye paralel bir duyarlılıkla anlaşılıp kavrandığından, inanç ve amellerimize hakkıyla yansıdığından söz etmek ne yazık ki zordur. Din ve dindarlık anlayışımız içerisinde Kur’an-ı Kerim’le olan bağımızı genelde duygusal düzeyde kaldığını görüyoruz. Hâlbuki dünya ve ahiret mutluluğumuz için, sadece duygusal bağlılıktan ziyade, tamamına itirazsız iman, doğru bilgi, erkânı ile amel ve ahlakî değerlerin de yaşanması hayati bir önem arz etmektedir.

 

Kâinatta var olan  her şey  bir amaç için yaratılmıştır. İnsanın da bu hayatı yaşamasının bir gayesi ve amacı vardır. O da kulluktur. Ayette bu husus, “Ben insanları ve cinleri ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat, 56) ifadesi ile yerini almıştır. Bizlerin hiç ama hiç unutmaması gereken bir diğer hakikat, bu hayatın sonunda yine Rabbimize döneceğimiz gerçeğidir. O’na geri döndüğümüzde ise, bize soracağı en başta gelen sorulardan birisi de hiç şüphesiz, gönderdiği kitabı ile bağımızın ne olduğu sorusu olacaktır.

 

Kur’an’ın, ahiretten bahsederken değindiği konulardan biri de, Hz. Peygamber (s.a.v.)’ in kavmini Allah’a şikâyet edeceği hususudur. Şefaatini umduğumuz ve beklediğimiz peygamberimizden muhtemel olan bu şikâyet, dünyada iken Kur’an’ı  terketmekle alakalı olacaktır. Ayette bu husus şöyle dile getirilir: “Ve (o gün) Rasul şöyle diyecek: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’an’ı büsbütün terkettiler ". (Furkan, 30)

 

İbn Kesir; ayetin metninde geçen “mehcûr" ifadesini izah ederken bunun, Kur’an’ı ezberlemeyi, içerdiği anlamları düşünmeyi ve tedebbür etmeyi ihmal etmenin, onun emir ve yasaklarına imtisal etmeyi bırakmanın da içine girdiğini söyler. ( Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azim, VI/108) İbn Teymiyye ise bunu daha veciz bir ifade ile şöyle özetler:“Kur’an’ı okumayan onu terk etmiştir. Kur’an’ı okuduğu halde onun anlamlarını düşünmeyen onu terk etmiştir. Kur’an’ ı okuyup anlamını düşünse de muhtevası ile amel etmeyen onu (yine)terk etmiştir." (Sâbûnî,Muhammed Ali, et-Tibyân fî Ulû-mil’-Kur’an, el-Mektebu’l-Asriyye, 1430/2009, s. 10) Böyle bir şikâyetle yüz yüze gelmemek için bize düşen, Kur’an ile olan bağımızı yeniden gözden geçirmektir. Bu da, öncelikle ona iman etmek, okumak, anlamak ve hayatımıza tatbik etmekle gerçekleşebilecek bir husustur.

 

Allah (c.c.), iman edenlerin kendilerine inen bu vahiy ile kalplerinin ürpereceği vaktin ne zaman geleceğini sorarken şöyle buyurur: “İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? (Hadid, 16) Günümüz Müslüman’ının bu çağrıya kulak vermesi her zamankinden daha da önemli hale gelmiştir. Bizler, ondan uzaklaştıkça gün yüzü görmediğimiz gibi yüzümüz de gülmemiştir. Başımıza ne geldi ise Kur’an’a karşı duyarsızlaşıp onu mehcûr/metrûk bırakmamız sebebiyledir.

 

İçinde bulunduğumuz çağda seküler bir anlayışın hakimiyeti altında, modernitenin esiri olmuş, manevi ve ahlakî değerlerin yozlaştığı, sonu gelmez heveslerin bütün hayatımızı ve geleceğimizi kuşattığı bir dönemde, Rabbimizin rahmet yüklü mesajı Kur’an-ı Kerim’i daha iyi anlamaya, bunun için de onun değerlerini yaşamaya, yaşatmaya ve bu çerçevede Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)’in örnek hayatını ve ahlakını da rehber edinmeye ihtiyacımız büyüktür. Çünkü, Allah kelamı Kur’an ve Kur’an-ı Kerimin yaşanmış hali sünnet, bize kendimizi, Rabbimizi ve kainatı tanıtmış, 14 asırdır doğru yolu göstermiş, dünya hayatının engebeli yolculuğunda bizim dimdik ayakta durmamızı ve dosdoğru yol üzere yürümemizi sağlamıştır. Bu vesileyle herkesi, “Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?" (Kamer, 17) ilahî daveti çerçevesinde Yüce kitabımızı okumaya ve anlamaya davet ediyorum.

 

Peki, yaşadığımız hayata baktığımızda Kur’an’ın yeri neresidir? Aileden eğitime, toplumsal olaylara kadar bizim gündelik tüm eylemlerimizde Kur’an’ın konumu nerededir? Onu hiç okur muyuz?  Ya da ne kadar okuruz?  Nerede ve hangi zamanlarda ve kimler için okuruz? Onu niçin okuruz? Hiç onu kendimiz için okuduk mu? Onu hangi amaçla okumaktayız? Bu  ilahî vahiyle yüzleşmeyi hiç denedik mi? Onu ne kadar tanıyoruz? Tanınmayan bir şey ne kadar anlaşılır ve ne kadar sevilir? Evet bu soruları daha da çoğaltmak mümkündür. Fakat önemli olan bu sorulara vereceğimiz cevaplardır.

 

Üslubu ve muhtevasıyla bir mucize olan Kur’an-ı Kerim her işiteni derinden etkileyen bir özelliğe sahiptir. Çünkü o sözlerin en güzelidir. Zümer suresi 23. ayette şöyle buyrulmaktadır: “Allah sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, bu Kitab'ın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah'ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kitap, Allah'ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz”.

 

Hz. Peygamber (s.a.v.) de “Her peygambere mutlaka, (vuku bulduğunda) iman edilen mucizeler verilmiştir. Bana verilen (mucize) ise Allah’ın bana vahyettiği (Kur’an) dir…".(Buhârî, İ’tisâm,1) diyerek,  Kur’an’ın en büyük mucize olduğunu belitmiş ve etkili üslubunu güzel sesle ve usulüne uygun olarak okumaya özen göstermiştir. Sahâbî Berâ (b.Âzib), bir yatsı namazında Tîn suresini okuduğunu işittiği Allah Rasulü için, “ses veya okuyuş olarak ondan daha güzel olan birini duymadım"demiştir.(Buhârî, Tevhid, 52) Bir gün Abdullah b. Mesud’u çağırarak kendisine Kur’an okumasını isteyen Allah Rasulüne İbn Mes’ûd, “Kur’an size indirilmişken onu size ben mi okuyayım!" diyerek hayretini ifade edince Hz. Peygamber: “Evet, ben Kur’an’ı başkasından dinlemeyi seviyorum." buyurdu. Bunun üzerine okumaya başlayan Abdullah b. Mes’ud, “Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine şahit yaptığımız zaman bakalım onların hali nice olacak." (Nisâ, 41) ayetine gelince Allah Rasulü “yeter" buyurdu. Bu esnada gözlerinden yaş süzülüyordu." (Buhârî, Tefsir,88) Hz. Peygamber’in, Kur’an’ın güzel okunması konusunda gösterdiği titizlik boşuna değildi. Kur’an’ın hem edebî üslubu hem de çarpıcı mesajları, şiir ve güzel söz söyleme sanatını iyi bilen Cahiliyye Arabını derinden etkiliyordu. Bu yüzden, âdeta kulaklarını tıkayarak onu hiç duymak istemiyorlardı. Nitekim, müşriklerin, “Bu Kur’an’ı dinlemeyin. O okunurken yaygara koparın, belki o zaman baskın çıkarsınız ." (Fussılet, 26) diyerek ilahî kelamın mucizevî etkisini azaltmak istediklerini Kur’an haber vermektedir. Henüz müşrik olduğu dönemde bir iş için Medine’ye gelen ve o esnada akşam namazını kıldıran Allah Rasulü’nün Tûr suresini okuduğunu duyan Cübeyr b. Mut’ım “Kur’an’ı işittiğim zaman sanki kalbim parçalanacaktı." demişti. (Ahmed b. Hanbel, M üs-ned, 4/85) Hz. Ömer’in, eniştesi Saîd ve kız kardeşi Fatıma’nın okudukları ayetlerden (Tâhâ Suresi) etkilenerek Müslüman olması da bu konuda verilebilecek güzel bir örnektir. Bir gün Hz. Ebubekir’in, “yaşlandın ey Allah’ın elçisi!" hitabına karşılık, “Beni, Hûd, Vâkıa, Mürselât, Nebe’ ve Tekvir sûreleri yaşlandırdı." (Tirmizi, Tefsîru’l-Kur’an, 56) buyurarak, taşıdığı ağır sorumluluğun yanı sıra bazı surelerin sarsıcı etkisini de vurgulamak istemiştir.

 

Hz. Muhammed ( s.a.s) Kur’anla o kadar hemhal olmuş ve onu öyle özümsemişti ki, vefatından sonra, onun ahlakı hakkında soru soran bir sahabiye Hz. Aişe, kısaca, “Sen Kur’an okumuyor musun?  Onun ahlakı Kur’an idi." karşılığını vermiştir.(Ebû Davud, Tatavvu’, 26)  “En hayırlınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir." buyuran (Tirmizî, Fadâilu’l-Kur’an, 15) Allah Rasulü, kalbinde “Kur’an’dan hiçbir şey bulunmayan kimseyi harap bir eve" benzetmiştir. (Dârimî,Fadâi lu’l-Kur’an, 1) Kur’an’ı ezberinden okuyanların kerem ve şeref sahibi meleklerle beraber olacağını, zorlanarak da olsa okuyana iki kat sevap verileceğini bildirmiştir (Buharî, Tefsir (Abese), 1).

 

Allah Rasulü, hayatı boyunca başta kendisi olmak üzere bütün ümmetini onun rehberliğine davet etmiş, ölümünden sonrası için kendisinden vasiyet bekleyenlere de Kur’an’ı vasiyet ederek bu dünyadan ayrılmıştır. Onun, Veda Hutbesi’nde, yolumuzu şaşırmamak için sarılmamızı istediği ve kıyamete kadar bize emanet olarak bıraktığı en önemli değer olan Yüce Kur’an (Müslim, Hac, 19), 1408 yıl sonra da parlak nuruyla yolumuzu aydınlatmaya devam edecektir.

 

Kur’an-ı Kerim, insanlığın son on dört asrını derinden etkilemiş ve tarihin akışını değiştirmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.)’e inmeye başlaması ile  birlikte yeryüzünü şereflendirmiş; Müslümanlar için izzet, ikbal ve hayat kaynağı, dünyevi saadetin ve uhrevi felahın kaynağı olmuştur. Dünya , inen Kur’an ile  adeta yeniden kurulmuştur. Bununla birlikte herkesin kendi idraki, vüs’ati, gücü ve kapasitesi oranında Kur’an-ı Kerim ile kuracağı bir iletişim, bir ilgi, bir irtibat vardır. Hayatını Kur’an yoluna vakfetmiş milli şairimiz M. Akif Ersoy bu irtibatın nasıl olmaması gerektiğini ise şu veciz ifadeleriyle dile getirmiştir:

 

“Ya açar nazmı celilin bakarız yaprağına,

 Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına.

 İnmemiştir hele Kur’an şunu hakkıyla bilin,

Ne mezarlıkta okunmak ne fal bakmak için."

 Yine Akif;

 “Doğrudan doğruya Kur’an'dan alarak ilhamı

 Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı."

dizelerinde vurguladığı gibi  Kur’an-ı Ke-rim’in inşa edici, diriltici nefesini hayata taşıyalım ve çağın idrakine, yani insanlığın geldiği algı düzeyine Kur’an’ı sunalım, Kur’an hayata dokunsun  ve hep içinde olsun diyor. Çünkü “Hiç kuşkusuz bu Kur'an insanları en doğru yola iletir ve iyi ameller işleyen müminlere , kendilerini büyük bir ödülün beklediği müjdesini verir."(İsra, 9)

 

Bu vesileyle Yaz Kur’an Kurslarımıza devam eden öğrencilerimizi ve onlara hocalık yapan bütün görevlilerimizi gönülden selamlıyorum. Allah yar ve yardımcıları olsun. Amiin.

 

                   Ali Rıza TAHİROĞLU

                     Osmaniye İl Müftüsü